Xêr Hatin Denge-Firat


 
   

Köse Yazilari ve Dizi Yazilar

   
 


 

 

Serûpel

Köse Yazilari ve Dizi Yazilar

Radyo

TARIHTE KÜRT ISYANLARI

Ziyaretci Defteri

 


     
 


Kürt Konferansı 2008
Denge-Firat tarih 07.03.2008 um 20:34 (UTC)
 
İsmail Beşikçi

Tarih: 5 Mart 2008 Çarşamba




9-10 Şubat 2008 tarihlerinde, Ankara’da, “ Yeni Anayasa Sürecinde Demokratikleşme ve Kürt Sorunu” konulu bir konferans düzenlendi. Bu konferans Toplumsal ve Ekonomik Araştırmalar Vakfı’nın da katkılarıyla, Türkiye Barış Meclisi tarafından düzenlendi. Bu yazıda, konuşmacılardan Ayşe Hür’ün bir saptamasını, bu saptamanın bende yarattığı duygu ve düşünceleri dile getirmeye çalışacağım. Araştırmacı Ayşe Hür, ilk gün yaptığı sunuşuna bir serzenişle başladı. Ayşe Hür şöyle dedi: Mart 2006’da, İstanbul’da Bilgi Üniversitesi’nde bir Kürt konferansı düzenlenmişti. Bu konferansa beni Ümit Fırat davet etmişti. Bu davetinden dolayı Ümit Fırat’a teşekkür …Bugünkü konferansa ise beni, Seydi Fırat davet etti. Davetinden dolayı Seydi Fırat’a da teşekkür… Burada şunu belirtmek istiyorum. Bilgi Üniversitesi’ndeki konferansta Seydi Fırat yoktu. Bugünkü konferansta ise Ümit Fırat yok. Abdülmelik Fırat ise her iki konferansta ta yok. Kürt sorununun konuşulduğu, tartışıldığı bir konferansta üç Fırat’ı bile bir araya getiremiyoruz. Bu, işimizin ne kadar zor olduğunu, güçlü adımlarla ilerleyemediğimizi göstermektedir.

Araştırmacı Ayşe Hür bu serzenişini şöyle sürdürdü. Birinci konferansta benim yanımda, konuşmacı olarak Beşikçi oturuyordu. Bu konferansta neden Beşikçi konuşmacı değil…Ayşe Hür, bu sitemini şöyle tamamladı. “… neyse ki, Beşikçi katılımcı olarak yine aramızda, bu da iyiye işaret...”

Kürt sorunu çok ağır bir sorundur. Kürt aydınlarının, Kürt siyasetçilerinin böylesine ağır bir sorunda bile birbirleriyle görüşmüyor, birbirlerinin toplantılarına katılmıyor, birbirlerini dinlemiyor, birbirlerine tahammül edemiyor olmaları şüphesiz büyük bir zaaftır. Bu tür bir zaafiyetin sadece Kürtlere has bir zaafiyet olmadığı, bütün Ortadoğu toplumlarına has bir zaafiyet olduğu söylenebilir. Ama, Kürtlerdeki bu zaafiyetin çok belirgin olduğu ortadadır. Bir de Kürt sorunu, Ortadoğu’da yaşanan öteki toplumsal ve siyasal sorunlardan çok daha ağır bir sorundur. Halbuki, Kürt aydınları, Kürt siyasetçileri, kendi düşünsel ve örgütsel farklılıklarını, bağımsızlıklarını koruyarak, öbür Kürt aydınlarıyla, Kürt siyasetçileriyle konuşabilmelidir, tartışabilmelidir. Fikri düzeyde ilerlemenin, Toplumsal ve siyasal sorunları kavramanın ve bu sorunlara çözümler aramanın ortamı budur.

Kürtlerdeki zaafiyet sadece bu değildir. Daha ağır zaafiyetler de yaşanmaktadır. Yukarıda sözü edilen, “Yeni Anayasa Sürecinde, Demokratikleşme ve Kürt Sorunu Konferansı” nın yapıldığı günlerden bir hafta, on gün kadar önce, Kürt yazar, Kürt siyasetçi, İbrahim Güçlü, HPG sitesinde yayımlanan bir yazıyla, bir HPG komutanı tarafından ölümle tehdit edilmiştir. Bu tehdidin nedeni, İbrahim Güçlü’nün, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın, tutumlarını ve düşüncelerini eleştiren yazılarıdır. Aykırı düşüncelere tahammül edememek, bu düşüncelerin sahiplerini ölümle ortadan kaldırmaya çalışmak çok ağır bir durumdur. . Halbuki, Kürt sorununun sağlıklı bir şekilde kavramak, aykırı düşüncelerinin açık bir şekilde ifade edilmesiyle mümkündür. İbrahim Güçlü’nün, 1960’ların sonlarından itibaren Kürt davasının içinde olduğu, bu dava yolunda çok büyük emekler harcadığı, bütün güçlüklere göğüs gerip bunları aşmaya çalıştığı bilinmektedir. Bu çerçevede, Kürt aydınları, Kürt siyasetçileri, HPG komutanının eleştiren, suçlayan konuşmalar yaptılar, yazılar yayımladılar.

Yeni Anayasa Sürecinde Demokratikleşme Kürt Sorunu Konferansı’nda Kürt sorununun algılanmasıyla ve çözümüyle ilgili olarak çok şey konuşuldu. Fakat, sorunun özü, kendisi konuşulmadı. Örneğin, neden Irak’ta Kürt sorunu vardır, neden İran’da, Suriye’de Kürt sorunu vardır, neden Türkiye’de Kürt sorunun vardır, Kürtler neden üzerinde yaşadıkları coğrafya’yla birlikte bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır? Bu kadar büyük nüfusa rağmen, Kürtlerin/Kürdistan’ın neden herhangi bir statüsü yoktur? Kürt sorunu, neden günümüze kadar çözülemeden gelmiştir? Dünyada, yüzbin nüfuslu, ellibin nüfuslu devletler bile varken, bu kadar büyük nüfuslarına rağmen, Kürtler,bu yolda neden geri kalmışlar, adım atamamışlardır? Bütün bunlar, her türlü siyasal projenin ve siyasal tasarımın dışında, çözüm önerilerinin dışında, bilimin ve siyasetin kavramlarıyla, kavranılabilmelidir. Bu, Kürtler ve Kürdistan hakkındaki bilgilerimizi çoğaltacaktır, karanlıkta bırakılmasına özen gösterilen dönemleri aydınlığa kavuşturacaktır. 1915-1925 döneminin, uluslararası ilişkiler çerçevesinde değerlendirilmesi çok önemlidir.

Kürt konferansının yapıldığı günlerde, Kürt çocukları, Diyarbakır’da ifade vermeleri için savcılığa çağrılıyordu. Bu çocuklardan onu 15 yaş altındaydı, ikisi on yaş altında. Bu çocuklar, birkaç ay önce, Amerika Birleşik Devletleri’nde, San Francisco kentinde düzenlenen Dünya Müzik Festivali’ne katılmışlardı. Bu festivalde, Kürtçe, Türkçe, Arapça, Rusça, İbranice, Ermenice, Süryanice, Rumca şarkılar söylemişlerdi. Bu arada “Ey Raqip”

Marşı”nı da söylemişlerdi. Bu marşın söylenmesinden dolayı çocuklar hakkında, soruşturma açılmıştı. (www.kürdistan.post.org 12 Şubat 2008) Şarkı söyledikleri için, 15 yaş altında olan çocuklar hakkında bile çok ciddi soruşturmalar açılması Kürt sorununun ne kadar ağır bir sorun olduğunu göstermektedir. Mücadele sürecinde, gerek Diyarbakır’da gerek başka yerlerde, gözaltına alınan, tutuklanan, kelepçelenen pek çok çocuk vardır. 21 Kasım 2004’ de, Mardin’in Kızıltepe ilçesinde, 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın, babası Ahmet Kaymaz’la birlikte, “terörist” oldukları gerekçesiyle öldürüldüğünü unutmamak gerekir. 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’a 13 kurşun isabet ettiği anlaşılmıştır.



Şunca mücadeleye rağmen, Kürtlerin uluslar arası kurumlarda, hala bir adının olmaması, sadece “terör” çerçevesinde anılmaları üzerinde durulması gereken bir durumdur. Şarkı söyledikleri için, 15 yaş altında olan Kürt çocukları bile gözaltına alınırken, savcılıklara, mahkemelere gönderilirken, Kosova, çok kısa bir zamanda, belki de içinde bulunduğumuz Şubat ayı içinde bağımsızlığına ilan edecek. İki milyon nüfuslu Kosova bağımsızlık sürecindeyken, 40 milyon Kürt’ün uluslar arası ilişkilerde hala adının bile olmaması uluslararası nizamın, 1920’lerde nasıl Kürtlerin aleyhine kurulduğunu, çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.Kosova’nın bağımsızlığı gündeme geldiği zaman, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Kosova’nın, Kosovalı Arnavutların bağımsızlığına yoğun bir şekilde destek vermektedir. Kosova’nın bağımsızlığına kaşı çıkan sadece Sırbistan’dır, bir de Sırbistan’ı destekleyen Rusya Federasyonu. Kosova’nın bağımsızlığı söz konusu olduğunda, “Sırbistan’ın toprak bütünlüğü” gibi konular, hatırlatmalar gündeme gelmiyor. Ama Kürtler siyasal istekler dile getirdikleri zaman, “Irak’ın toprak bütünlüğü”, “Suriye’nin toprak bütünlüğü”, “İran’ın toprak bütünlüğü”, “Türkiye’nin toprak bütünlüğü” hemen gündeme gelen ve Kürtlere hatırlatılan bir konu oluyor. Dünya siyasal nizamının 1920’lerde, Milletler Cemiyeti çerçevesinde, Kürtlerin böylesine aleyhine kurulduğunun saptanması, bu ilişkilerin nasıl kurulduğunun ve geliştirildiğinin açıklanması, bu statükonun, bugün de sürdürülmeye çalışılması, bütün bunların bilincine varılması… şüphesiz önemli olmalıdır. Birleşmiş Milletler döneminde de Kürtlere yapılan haksızlığın sürdürüldüğü bilinmektedir. Halbuki, bu isimler üzerinde de durmak gerekir. “Milletler Cemiyeti”, “Birleşmiş Milletler” Görüldüğü gibi milletlerden söz ediyor, devletlerden değil. Ama, Kürtler, değil devlet, millet olarak da kabul edilmiyor…

Kürt sorununda Türkiye’nin tutumu şüphesiz önemlidir. Türkiye, bugüne kadar, “Türkiye’yi böldürmeyiz” diyordu. Irak’ta bölgesel Kürt yönetiminin oluşmasından sonraysa, Kürtlerin siyasal kazanımlarından sonraysa, “Irak’ı böldürmeyiz” sözleri yine Türkiye tarafından söyleniyor.

Türkiye’de Kürt sorunun temel bir sorundur. Türkiye’nin dünyayı algılamasının, diğer devletlerle, uluslar arası kurumlarla ilişkiler geliştirmesinin temelinde yine Kürtlerle, Kürt sorunuyla ilgili algılamalar vardır. 5 Kasım 2007 ye kadar, “Dünya bize düşman, herkes terörü destekliyor, teröre destek veriyor…” şeklinde bir anlayış vardı. Bu tarihten sonra, özellikle 15 Aralık’ta, Kandil’in bombalanmaya başlamasından sonra, “Dünyada bütün devletler, kurumlar, bizi destekliyor, bize hak veriyor…” denmeye başladı.

Kosova söz konusu olduğunda bir konunun daha dikkatlerden uzak tutulmaması gerekiyor. Kosova’da 30-35 bin civarında Türk yaşadığı belirtiliyor. Kosava’da, Gilan, Prizren, Viçıtırın, gibi şehirlerde Türkler var. Türkiye, Kosova’nın, Türklerin yoğun olarak yaşadığı dört şehirde Türkçe’nin Arnavutça ve Sırpça yanında resmi dil olarak kabul edilmesi için çok yoğun bir çaba sarf ediyor. Bu şehirlerden birinde 5 bin civarında Türk yaşadığı belirtiliyor. Türkiye’nin, burada da Türkçe’nin resmi dil olarak kabul edilmesi için yoğun bir çaba içinde olduğu görülüyor. Türkiye’nin bu istemleri başarıya da ulaşmış. Kosova’nın bu dört şehrinde, Arnavutça ve Sırpça yanında Türkçe de resmi dil olmuş… Ama, Türkiye’deyse 20 milyon Kürt’ün anadilde eğitim talepleri, yani Kürtçe’yle eğitim talepleri hala, “terör” kavramı çerçevesinde değerlendiriliyor.

Kürt konferansı’nın yapıldığı günlerde, Başbakan Recep Tayip Erdoğan Almanya’daydı. Alman Başbakanı Angela Merkel’le görüşmeler yapıyordu. Başbakan Almanya’da yaşayan Türklerle de görüştü. Başbakan Erdoğan, Türklerle yaptığı görüşmeler sırasında Almanya’yı eleştirdi. “Asimilasyon insanlık suçudur” dedi. Türklere, “ dilinizi, kimliğinizi unutmayın, asimile olmayın, ama Almanca da öğrenin “ şeklinde konuştu. Bu konuşma Kürtler tarafından yoğun bir şekilde eleştirildi. Konferansta yaptığı konuşmada, görevden alınan Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, “bu suçu Kürtlere karşı en çok siz işliyorsunuz Sayın Başbakan” dedi. Abdullah Demirbaş, Diyarbakır’ın Sur Belediyesi’nde çok dilliliği yaşama geçirme çabalarından dolayı, İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınmıştı. Danıştay’da bu idari işlemi hukuku uygun bulmuştu. Başbakan’ın, “Asimilasyon bir insanlık suçudur” konuşmasıyla ilgili olarak, Tarhan Erdem’in tepkisi de dikkate değer tepkidir. Tarhan Erdem, 14 Şubat 2008 tarihli Radikal’de yayımlanan, “Başbakan’ın Kürt tanımı!” başlıklı yazısı ince ve yoğun bir eleştiri içermektedir.

Asimilasyon konusunda, şunun söylenmesi gerekir. “Bundan sonra, kendi anadilimiz Kürtçe’yle konuşacağız, Kürtçe yazacağız…” şeklinde kararlar almak sağlıklı bir tutum değil. Bu, karar almayı gerektirecek bir konu değil. Bu bir heyecan sorunu, yaşanması gereken bir durum. Resmi ideolojiye verilecek en önemli en etkili cevap da kanımca budur. 1980’leri hatırlayalım…O zaman mahkemelerde, Kürtçe savunma yapan arkadaşlara şu söyleniyordu:

“Türkçe konuşun, istediğiniz gibi konuşun, isterseniz küfür edin, yetir ki Türkçe konuşun…”





İsmail Beşikci
 

Öcalan için 60 gündür nöbet tutuyorlar
Denge-Firat tarih 07.03.2008 um 19:43 (UTC)
  Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecride son verilmesi ve başka bir cezaevine nakledilmesi amacıyla Avrupa Konseyi’nin önünde devam eden nöbet eylemi bugün 2 ayını doldurdu.

Fransa’nın Strasbourg kentinde Avrupa Konseyi (AK) önünde gerçekleştirilen nöbet eylemi 60’ıncı gününe girdi. Öcalan’ın sağlık sorunlarının giderilmesi ve başka bir cezaevine nakledilmesi talebiyle yapılan eylemi, Saarbrücken grubu sürdürüyor.

Eylemciler, Öcalan’ın sağlık koşullarının düzeltilmesi, tecridin kaldırılması ve İmralı Tek Kişilik Kapalı Cezaevi’nin kapatılmasını istiyor.
 

<- Geri  1  2  3 

Devam->

 
 

 

 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden